Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SURIYE ve Irak’ta olup bitenlerin ne anlama geldiği konusunda herkesin kendine göre bir bakış açısı ve değerlendirmesi olacaktır. Konuya bir nebze hâkim olanlar işin tarihsel boyutuna mutlaka değinmek gereği de duyuyorlar. Bundan sonrası ise uluslararası ilişkileri nasıl değerlendirdiğiniz, nesnel unsurlara mı kendi kafanızdaki çerçeveye göre mi hüküm verdiğinizle ilgilidir. Kendi hesabıma olayların tarihselliğini gayet tabii kabul ediyorum.

        1916’da imzalanmış Sykes-Picot anlaşmasının bugünün şifrelerini taşıdığı kanısında değilim. 1920’de bugünkü siyasi coğrafyayı çizen San Remo Konferansı’ndaki büyük güçlerin günümüz gelişmelerini öngördükleri ve ona göre tedbirler aldıkları yaklaşımınıysa tarih dışı bir fantezi olarak değerlendiriyorum.

        Benzer şekilde Soğuk Savaş’ı kazanmış olsa bile dış politika tarihi fiyaskolarla dolu. ABD’ye ilahi veya kadir-i mutlak kimlik veya güç atfetmiyorum. 10 yıl savaştığı Vietnam’dan yenik ayrılan, Körfez güvenliğini emanet ettiği Iran’da devrimin gelişini öngöremeyen, hareketlilik başladığında da bunu engelleyemeyen bir güçten bahsediyoruz. ABD, 11 Eylül saldırılarının ardından izlediği politikayla sadece prestijini ve hegemonik meşruiyetini yitirmekle kalmadı, gücünden de çok şey kaybetti.

        Bu son fiyaskonun sorumluları olan Yeni Muhafazakârlar çeşitli kuruluşlarda seslerini çıkarmaya devam etseler de siyaseten etkileri erimiş durumda. Dolayısıyla, tarihsel misyonu Amerikan gücünü ve prestijini restore etmek olan, bunun için de ABD’nin dünyadaki gelişmelere daha az müdahale etmesini isteyen Obama yönetiminin bu grup tarafından kuşatıldığını da sanmıyorum.

        Buna karşılık Obama yönetiminin daha içe dönük bir Amerikan duruşuna en uygun dış politikayı tanımlamakta ve daha da önemlisi uygulamakta sıkıntı çektiğinin farkındayım. Bush yönetimi, küstahlık ve saldırganlığıyla ABD’nin dünya ile ilişkilerine zarar vermişti. Bugünse Amerikan dış politikası Obama yönetiminin tutarsızlıklarından, acemice dış politika uygulamalarından darbe alıyor. Suriye’deki felaketin sürmesinin yol açabileceği bölgesel yapısal sorunlar Obama yönetimi tarafından pek dikkate alınmadı. Olayın Suriye sınırları içinde denetlenebileceğine inanmayı yönetim tercih etti.

        IŞID’in 1 yılı aşkın süredir Rakka’yı, 6 aydır Felluce ve Ramadi’yi kontrol ediyor olması da Obama yönetimini telaşlandırmadı. Maliki yönetiminin Sünnilere yönelik dışlayıcı politikalarının hatta diğer Şii gruplarla ilişkilerinin iyice bozulmasının sonuçlarıyla ilgilenmedi. Ulusaşırı terörizmi, hele de bunun en nihilist, şiddet müptelası çeşidini ulusal güvenliğin en önemli gündem maddesi ilan eden bir ülke açısından anlaşılır gibi değil. Bunun bilerek yapıldığını iddia edenler mutlaka vardır. Ama eldeki bilgiler asıl meselenin Obama’nın kayıtsızlığı olduğu tezine destek veriyor.

        Sonuçta Amerikan politikası kokusu uzun vadede ortaya çıkacak daha derin bir istikrarsızlık ortamına çanak tutarak yanlış bir politika izledi. Irak’ta Saddam’ı devirmekle yetinmeyip Irak devletini de çökertenlerin bugün Iraklılara “Kaosunuzu aranızda çözün demelerinde ciddi bir ahlaki sorun da görüyorum.

        ABD buralardan uzakta ve istihbaratı doğru çalıştığı takdirde Suriye ve Irak’taki vahşetin kendisine yönelik bir eyleme dönüşmesini engelleyebilir. Bu bakımdan rahat. Yaptığı hataların maliyetinin önemli bir kısmını kendisi ödemek zorunda kalmayacak. Halbuki Arap isyanlarının yarattığı heyecanla ihtiyatı bir kenara atarak, anlamadığı daha doğrusu ehil şekilde değerlendirmekten aciz olduğu Ortadoğu siyasetine bodoslama dalan Türkiye’nin böyle bir lüksü yok.

        Ülkeyi yönetenlerin ve onlara akıl verenlerin bu gerçeği nihayet anladıklarını varsaymak ise bugünkü halde kolay değil.

        Diğer Yazılar